Turizm, Otel, Tatil, Seyahat ve bu konudaki tüm yatırımlarınız için, içtenlikle yardımcı olmak isterim.
Çeşme ve Alaçatı
Hafta sonunda, sohbet, imza gecesi ve gitar piyano eşliğinde mini bir konser vermek için Çeşme Alaçatı`daydım. Ege ve Deniz Kültürü`nü yaşatma ve tanıtma misyonunu üstlenen Miko Cafe`de, İzmir`in yetiştirdiği önemli tarihçi ve araştırmacı sevgili dostum Yaşar Aksoy ile cafeyi dolduran konuklar önünde tatlı bir sohbet yaptık.
Denizden, Ege`den ve elbette müzikten söz ettik. Çeşme`ye her yıl uğrarım. Birkaç gün annemde kalır sonra da denize açılırım. Gençlik yıllarımda yaz aylarımın tamamı Çeşme`de geçerdi. Alaçatı`ya ise yıllar sonra ilk kez uğradım. Müthiş bir gelişme var Alaçatı`da. İstanbul sosyetesi, Bu yıl Alaçatı`yı keşfetmiş. Geçtiğimiz günlerde Hıncal Uluç da, birkaç gün üst üste Alaçatı ile ilgili güzel yazılar yazınca, bu sezon ve önümüzdeki sezon, İyonya kokan bu beldemizin adını çok sık duyacağız.
Bundan dört ya da beş yıl öncesine kadar, Çeşme`yi İzmirliler dışında pek kimse bilmezdi. Dalyanköy ve Ayayorgi`de açılan plajlar (şimdi onlara beach deniyor) sayesinde, İstanbul sosyetesi Çeşme`yi keşfetti. Çeşme sakin bir tatil beldesi olmaktan çıkıp önemli bir eğlence merkezi haline geldi. O zamanlar Çeşme`yi anlatan gazeteci arkadaşımız Sebati Kurt, Hürriyet`in Pazar ekinde Çeşme`ye kocaman iki sayfa ayırmış ve `İzmirliler uzun yıllar Çeşme`yi İstanbullular`dan saklamayı başardı` diye başlık atmıştı.
İzmirliler Çeşme ve Alaçatı`yı artık sosyeteden saklayamıyorlar. Bir zamanlar karadan ulaşımı olmayan, kayıklarla gittiğimiz Ayayorgi koyu eğlencenin göbeği olmuş. Çeşme`deki diğer plajlar ve mekanlar da öyle. Ancak İzmirliler hala Çeşme`nin kıymetini bilmiyor.
Otoyol sayesinde İzmir-Çeşme arasında ulaşım 35 dakikaya düştü. Ancak Çeşme`de ikinci evi olan İzmirliler hafta içinde bu mesafeyi çok görüp sadece hafta sonu gidip geliyorlar. Galiba Çeşme`de evi olan ya da Çeşme`de oturmak isteyen İzmirlilerin benim gibi biraz İstanbul`da yaşaması gerekiyor, Çeşme`nin kıymetini anlamaları için.
İzmir cayır cayır yanıyordu. Öyle bir sıcaktı ki, uçaktan indiğimde kılıfın içindeki gitarın telleri sıcaktan genleşmiş akord iyice dağılmış re teli de genleşmeden en fazla etkilenip kopmuştu. 35 dakika sonra geldiğimiz Çeşme püfür püfür esiyordu.
Alaçatı`da muazzam bir gelişme var. Belediye muhteşem bir proje hazırlamış ve uygulamaya başlamış. Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu`nun da desteği alınarak, eski dönemden bulunan kanallar Alaçatı koyuna açılıyor. Koyun ve kanalların çevresine Venedik tarzı evlerin inşaasına başlanmış. Her evin önünde kendi teknesini bağlayacağı rıhtım da yapılıyor. Bir sörf cenneti olan Alaçatı`nın bu proje bittikten sonra Saint Tropez`den farkı kalmayacak gibi geliyor bana. Şu sıralarda hareketlenen ve değerlenen konut sektöründe Alaçatı`nın yıldızı parlayacak.
Girişimcilere de bir tüyo verelim. 35 dakikalık yolu çok gören İzmirlilerin, yılın 12 ayı Çeşme`de yaşayabilmeleri için, Çeşme`ye iki yeni yatırım gerekiyor. Tam teşekkülü bir hastane ile anaokulundan lise sona kadar eğitim veren bir okul kompleksi. İzmirli girişimciler kızacak ama, ben bu hatırlatmayı Karadenizli dostlarım Azmi Ofluoğlu ile Enver Yücel`e yapıyorum.
Çeşme'de Birkaç gün
Son yılların vazgeçilmez gezi ve tatil beldesinden merhaba, Kimine göre alışkanlıktır Çeşme… Yaz mevsimini ilk tanıdığı o aylardan beri, aile büyüklerinin evlerinde, sonradan yenilenen yazlıklarda büyümek sıradandır onlar için. İzmir kadar memleketleridir onların, Çeşme ise İzmir kadar ev sahibidir yazlıkçılarına… Uzaklara gittikleri de olur; bazı tatillerde başka sayfiyelere, belki deniz aşırı ülkelere… Ama dönüp dolaşıp gelinen yer yine Çeşme’dir. Büyükannenin evi, akşam üstü 6 dan sonra huzur dolan sarı saçlı, mavi gözlü büyük plajları ve turistik çarşısı… Kimine göre meraktır Çeşme. Belki ekranda göze çarpan bir ayrıntıdan ya da gazetelerde yer alan haberlerden, ilanlardan yola çıkılarak ulaşılan bir sahil kasabasıdır. Çeşme’den bir yere geçilmez, yol üzeri değildir. Son duraktır, Ege’nin eşsiz yarımadası… Buradan sonrası deniz komşusu, dede dostu, egenin çekişmesi bitmeyen iki güzel kızından biri, Sakız Adası… Sakız Adası Avrupa’ ya açılan kapımız... Her gün Sakız – Çeşme arasında düzenli çalışan feribotlar, Çeşme maceranızı , konaklamalı veya konaklamasız Sakız gezisiyle renklendirme fırsatı sunar size.. 222 km2 üzerine kurulan bu küçük ölçekli, büyük etkili sahil kasabasında neler yapabilirsiniz? Otobandan Çeşme’ye doğru devam ederken karşınıza çıkacak rüzgârgülleri; şöhreti artık dünyaya yayılan, taş evlerine paha biçilemeyen Alaçatı’ya geldiğinizin habercisi olacaklar. Bu şirin kasabaya girince sizi ilk karşılayan eski taş değirmenler... Değirmenlere yaklaştıkça artan rüzgar sakın korkutmasın sizi, hatta inatla rüzgarı takip edin. Tepeyi aştıktan sonra göreceğiniz yüzlerce özgürlük simgesi, rengârenk rüzgâr sörfünün büyüsüne kendinizi bırakın. Rüzgârın her yönden estiği koridorun merkezinde yer alan sörf istasyonları, dünya şampiyonlarını ağırlarken, hiç bilmeyenlere de rüzgar sörfü öğrenme imkanı vermekte. Alaçatı çarşısında yan yana dizilen birbirinden şık kafe ve restoranları sakın es geçmeyin. Vaktiniz varsa yemeğinizi birinde yedikten sonra kahvenizi bir diğerinde yudumlayın. Her birinin modernize edilmiş tarihi dokusunun sizi büyülemesine izin verin. Köşeden gelen, burnunuza hükmeden kokuya doğru yaklaşın, sokaklarının her köşesinde buram buram kokan lavantadan bir demet mutlaka edinin ve antika pazarında Alaçatı turunu tamamlayın. Şimdilik bu kadar deseniz de o mutlaka sizi geri çağıracaktır. Alaçatıdan sizi uğurlayan görkemli çam ağaçlarının gölgesini aracınızda hissederek devam ettiğiniz yolun bitiminde cama vuracak güneş; Ilıca’ya geldiğinizin habercisi olacak. Ilıca’nın bir ucundan bir ucuna yan yana uzanan görkemli yazlıklar sadece görünenler. Ara sokaklarda, koylarda daha niceleri Haziran ayında kapılarını açacak ev sahiplerini bekliyorlar. Ağrılarınıza derman olacak Şifne Kaplıcaları, deniz içerisinden çıkan sıcak sular Ilıca merkeze sadece 2 km. Dünyanın sayılı plajlarından Ilıca plajı, muhteşem kumu ile sizi görür görmez etkileyecektir. Kalabalığı tercih etmeyenler akşamüstü ya da sabahın erken saatlerinde mutlaka bu denizin keyfine varmalıdır. Denizden sonra hissedeceğiniz açlığın en büyük sebebi yan yana dizilmiş kumrucuların ızgaralarından yayılan o müthiş koku. İlk defa burada özel ekmek kullanılarak yapılan, sonrasında Türkiye’nin her yerine yayılan bu güzel sandviçi vatanında denemeden sakın gitmeyin. Her şeyin yerinde güzel olduğuna dair tecrübeniz bir kat daha artacaktır. Olur da akşam saatlerinde yolunuz Ilıca’ya düşerse ya da burada yer alan birbirinden konforlu 5 yıldızlı tesislerden birinde konaklıyorsanız, akşam yürüyüşünüz sırasında Yıldızburnun’dan gelen sakin müzik seslerine kulak verin ve deniz kenarında ferahlatıcı meltem eşliğinde alacağınız birer içki ile geceye hazırlanın. Tercihiniz devam etmekten yana ise Çeşme’nin dört bir yanında, her biri ayrı güzellikteki koylarda yer alan gece clubleri her daim ülkenin en popüler sanatçıları ve dj leri ile sabaha kadar eğlence sunuyor. Bu gece clublerinin birçoğu gece eğlenceleri ile sınırlı kalmayan misafirlerini, gündüz ise beach partileri ile ağırlıyor. Ilıca’dan 4 km daha batıya doğru devam ettiğinizde artık Çeşme merkezdesiniz. Denize baktığınızda göreceğiniz kara parçası karşı komşu Sakız Adası… Çeşme’de çarşı turu yaparken alışveriş için sınırsız imkânlara sahipsiniz. Ancak almadan dönmemeniz gereken paket mutlaka arabanıza bindiğinizde elinizde olsun. Sakız reçeli başta olmak üzere çeşit çeşit damak tadınıza hitap eden reçeller ve sakız likörü, zeytinyağı, sabun… Damla sakızını tadabileceğiniz bir başka alternatif ise Çeşme’nin meşhur sakız dondurması. Dalyanköy’de, aynı günün sabahı egenin mavi sularından ağlara takılmış balığın, her birinin birçok çeşidi olan deniz mahsullerinin, köylülerin topladığı kıpkırmızı domatesten, rokadan, taze naneden yapılan salatanın tadına bakılmadan dönülmez. Yanına rakı yakışır, üstüne ise sakız muhallebisi ile keyfi çıkarılır. Çeşme’nin en batı ucu Çiftlik Köy’de ıstakoz -halk dilinde böcek- sevenlere bu işlerin erbapları hizmet eder. Pırlanta koyu ve Altınkum plajları denize girilebilecek, dinlenebilecek şık beach clubları ile hizmet verir. Yarımadanın bir tarafı hiç bitmeyen rüzgârı ile kite surf sevenleri ve öğrenmek isteyenleri ağırlarken, diğer tarafı sakin havası ve dalgasız denizi ile kuytuyu arayanlara doğanın nimetlerini sunuyor. Çiftlikköyden dönüşte tadılabilecek en güzel yiyeceklerden bazıları ise sahildeki salaş kafelerde, köylü kadınların beceriyle yaptıkları katmerdir, çiğ börektir… MÖ.1000’li yıllarda bugünkü Çeşme’nin ilk başladığı yerde, Ildırı İskelesinden yukarı enginar tarlalarına doğru yola çıkıldığında, her hastalığa deva, zeytinyağının en çok yakıştığı, ege sofralarının vazgeçilmezi olan sebzeyi köylülerin yardımı ile kendiniz toplayabilirsiniz… Bu küçük balıkçı kasabasında oturup çayınızı yudumlarken, güneşin utangaç bir kız edasıyla batışına şahit olmak unutulmazlar listenize eklenecektir. Girit mutfağında ‘neden hep otlardan bahsedilir, bütün yemeklerde otlar kullanılır’ diye merak ettiyseniz, bununla ilgili keyifli hikâyeler dinlediyseniz, mutlaka tatlarına bakarak cevabını kendiniz keşfedin… Çeşme’nin son durağı ovacık köyü; şarap bağları ile sanki ilçeden bağımsız başka bir dünyaya sürükler misafirleri. Yürümeyi seviyorsanız bağların arasından dağlara doğru çıktığınızda dağ kekikleri toplama imkânına sahip olabilirsiniz. Çeşme’yi karadan gezip bitirdikten sonra sıra koylarına, masmavi denizine gelir. Her gün sabah saatlerinde merkezden hareket eden tekneler ile günü birlik eşek adası, kara ada ve mavi koyda denize girip, öğle yemeğinizi teknede alıp eğlenceden yorgun düşmüş bir halde kıyıya akşam saatlerinde ayak basabilirsiniz. İlk gelenler merak ederler, her yerini görmek isterler… Dönüş vakti geldiğinde içler biraz buruk, evlerine vardıklarında onlar bile henüz farkında değildir ki Çeşme’nin suyundan içip Çeşmeli olmuşlardır. Bir sonraki tatil durakları buradan geçmeyecektir; rota direk burası olacaktır. Küçük ölçekli büyük Çeşme’de yapabileceklerinizin sadece bilinenleridir bunlar. Eğer keşfetmeyi seven, tanımaya meraklı iseniz kim bilir daha ne güzellikler karşınıza çıkacaktır. Tavsiyelerimizden bir kısmını bile gerçekleştirdiyseniz artık .
Eylül'de Alaçatı...
Faruk ŞÜYÜN - 31 Ağustos 2018 Cuma
ODAK
kitap@dunya.com
Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül. Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar.
En güzel eylül tarifi, Mehmed Rauf’un “Eylül” romanındadır:
“Eylülde, sanki bahara hasret çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışa, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur. (…) Ne renk, ne de güzel koku! İşte yapraklar ölüyor… Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor!”
Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül.
Ey benim vitrinime değil, iklimime gelen pek kıymetli okur! Malum, yazarınız yıllardır güneşi gördü mü, Çeşme-Alaçatı`ya kendini atar. Bütün yaz çat İstanbul`da çat Alaçatı`da olurdu. Şimdi geri dönüşüm muhteşem olsun bari! Hadi size dört dörtlük, dört günlük Çeşme seyahatimi çiziktireyim. Peşin peşin boynumu bükerek söyleyeyim Çeşme hala boş! Ilıca`daki evlerin birçoğu açılmamış bile... Bu kez Çeşme`nin amiral gemisi Sheraton`da kalıyorum. Sadece Sheraton`da iş var zaten. Ve şanslıyım ki deniz kaymak gibi... Hava cayır cayır o ayrııı... Ha cayır cayır demişken ablam Zeynep güneşlenme uzmanı! Bir kere saat kurmadan asla yatmıyor.
Yirmi dakika ön yatıyor bip biiip alarm, haydaa şimdi de yirmi dakika arka. Yok güneş tepedeyken şezlong düz tutulacakmış, yok arka bacakların eşit yanması için şezlonga ters yatıp bacaklar dikilecekmiş. Bi de amuda kalksak bari! İkoncan çatlasın! Artııı kremlenme ve bakım seansları var ki sormayın! Bizimki`güneş zararlı` tayfasından değil, anasının kızı! Eee her şeyden vazgeçerim, havamdan aslaaa... İkinci gün ben bu güneşte fenalık geçiririm, peki ne edeceğim? Doğru Sheraton Spa`ya. Sonunda Spa insanlardan oldum ben de. Zaten neyin altını çizip dalga geçersem, başıma geliyor. Hayaaat beni neden bozuyosuuun? Ama nefis bir spa! Zeynep`le önce saunaya giriyoruz... Sonra ter basıyor kaçıyoruz. O da ne? Adventure Shower! Macera dolu yaniii. Tuşlara basıyorsun. Birinde kuşlar ötüyor duş hafif hafif ıslatıyor. Diğerinde`Lost` halt etsin. Ortaya karışık orman sesleri, şimşekler. "Sawyeeeer yetiş!" Çok eğlenceli! Abla kardeş gülmekten kırılıyoruz... Bir de üstüne ayıptır söylemesi, Balili kızlardan masaj. Özellikle Made`yi tek geçerim.
Hadi bu kadar Sheraton yeter! Gelelim Alaçatı`ya. Ah tatlım tatlım Alaçatım ve en güzel günlerimi geçirdiğim Alaçat Kırevim. Kimi yollasam "Yahu ben iyileştim Ayşe" diye arıyor geri. Öyle özel bir yer... Bir akşam Kırevi hatırası yapmalıyız. Geçen yılki bütün tayfa orada. Bahçeye uzun masayı kuruyoruz. Patlıcan-biber kızartmalar, salata, balık, İsmet`in köfteleri bir de rakı! (RTÜK köşemi de kapatır mı acaba?) Eh bu da Alaçatı`nın longtable`ı olsun İzzet Çapa! Zeytin ağacımız karşımızda... Sohbet müthiş! Her şey bıraktığım gibi. Ayşe mutfakta. Destina zıp zıp! Ayşenur cool kadın. İsmet`in eşarbı kafasında, Hakan maç derdinde, Haşo çimlerde yuvarlanarak gülüyor. Ben yine fotoğraf çekme peşindeyim. İşte yuvam! Huzur ve mutluluk bu olsa gerek... Ay yazarınızın gözünde iki damla yaş dondu kaldı sayın okur! Hıncalım! Bir dahaki sefere hep beraber inşallah! Hadi Çeşme top 5 yapalım da toparlanalım.
Haber yapmaya ihtiyacın mı var abi?..
Çeşme`deyiz. Temmuz güneşi mıntıkayı 37 dereceye ayarlı börek fırınına çevirmiş. Ara ara esen rüzgâr serinlik vermek şöyle dursun, yüzüme gözüme lav püskürtüyor amanın. Çeşme Meydanı`nın orta yerinde durmuş, bağlı iki balıkçı kayığı arasından limana giriş yapan yarış teknelerini fotoğraflıyorum. Şöyle 3-5 metre öteye bir karga konuyor. Yere dökülmüş ekmek kırıntılarını gagalıyor. Karizma kollamayı filan boş verip yere yüzükoyun uzanıyorum. Sıfır zaviyeden karga ön planda, arkasında balıkçı motorları, sonra masmavi deniz parçası ve dipte yarış tekneleri. Valla güzel kompozisyon. Gölge etme Kargayla arama bir gölge düşüyor birden. Belli ki biri gelip tepeme dikildi. Gözümü vizörden kaldırmadan uyarıyorum gölgeciyi: - Birader kenara kaçıl, gölgen resmime giriyor. Ani bir hareketle çıkıyor kadrajımdan gölge. Sonra kalkıp üstümü başımı silkeliyorum. Ve kimmiş o görüyorum. - Ooo sen de bizdenmişsin delikanlı. Böyle bir makineyi boynunda taşıyan insan gölge düşürür mü başkasının fotoğrafına. Genç foto muhabiri biraz mahcup hallerde elini uzatıp tanıtıyor kendini: - Ben falanca abi. İzmir`de filanca gazete için çalışıyorum. - Memnun oldum. Sesim yüksek çıktıysa kusura bakma. Güzel bir kare vardı da. - Estağfurullah abı. Asıl sen darılma. Görünce tanışayım istedim. Seni severiz biz. İstirahattayım ya Sonra kıyı kahvesine oturup çay sohbeti yapıyoruz genç meslektaşla. Dereden tepeden, meslekten, genç gazetecilerden konuşuyoruz. Diyor ki: - Bir şey soracağım kusura bakmazsan. - Niye bakayım evlat. Sor bakalım. - Abı sen niye büyük işleri kovalamıyorsun da böyle karga kuş karınca peşindesin. - Bunlar iş değil oğlum. Keyif için çekiyorum. Hazır tatil saatlerindeyim. - Yerlere yatmış fotoğraf çekiyorsun güneşin altında be abi. Senin durumundakiler plajlarda, teknelerde keyifte. - Ne demek benim durumumdakiler? - Yani abi yanlış anlama. Yeterince para kazanmışsındır mutlaka. Eh herkes zaten seni tanıyor. Artık böyle sıradan fotoğrafa, röportaja, haber yapmaya ihtiyacın yok ki senin. Yaz köşeni, bak keyfine. Bunca iyi niyetine karşın yine de iğne olup batıyor sözleri derime. Dünyalığı doğrultup, adını duyurduktan sonra rölantiye alınacak bir meslek olduğuna inanıyor bu genç meslektaş demek ki. Kabahat onda değil ağabeylerinde, bizde yani. Dil döndürmeye çalışıyorum. İstiyorum ki dip duygusunu kavrasın gazeteciliğin. Haber olur mu? - Evlat, öyle değil kazın ayağı. Bu meslek nüfus kağıdına değil, ciğerine işler insanın. Zamanla anlarsın ki; paranın, erkin, şöhretin şunun bunun topu yekunu devam sayfasına giren 2 sütun haberin, küçümen bir imzanın coşkusunu, keyfini vermez insana. Sonra sadece iş için değil kendi paşa gönlün için de taşırsın kameranı . Çevrede olup biten her şeye ` haber olur mu bu ` diye bakar durursun. Havaya girip daha epey anlattım o delikanlıya. Etkilenir, duygulanır, kıssadan hisse çıkarır sandım. Kerameti kendinden menkul söylevim bitince hafifseyen bir bakış iliştirdi gözlerine. Dondurma kıvamında bir sesle noktayı koydu: - Şiir gibi konuştun valla abi. Ama sendeki imkanların yüzde birine kavuşsam makineyi filan dolaba kilitler kendimi denize, kuma, özgürlüğe atarım. Daha fazla bir şey demedim o lafları üzerine. Vedalaştık. Ben biraz daha oturdum o kahvede. Giderken arkasından baktım uzun süre. ` İkimiz de birbirimizi hiiiç anlayamadık, yazık ` diye düşündüm. Sonra bir eski hikaye geldi aklıma. Aşağı yazdım.
Çeşme Kleopatra koyu
Yaz aylarının gelmesi ile beraber popüler tatil merkezlerine olan ilginin arttığını söyleyebiliriz. Sahil beldelerinin milyonlarca ziyaretçi ağırladığı şu dönemlerde bakir, gizli yerler araştırdığınızı biliyoruz. Bu yazımız içerisinde sizlere Çeşme Güvercinlik Kleopatra Koyu hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Son yıllara kadar adı dahi bilinmeyen Kleopatra Koyu, sadece belirli kişilerce ziyaret edilmekte idi. Ana yol üzerinden görünmeyen bu koy, bölgeye yerleşmeye başlayan yazlıkçılar tarafından keşfedildi. Bölge halkı tarafından Güvercinlik Kotu olarak bilinen bu koy, denizi ile ön plana çıkıyor.
Çeşme Güvercinlik Kleopatra Koyu
Güvercinlik koyu içerisinde yer alan site koya ulaşım için tek seçenektir. Bunun dışında koya herhangi bir şekilde ulaşım bulunmamaktadır. Ulaşım seçeneği olmamasından dolayı birçok kişi koyu ve güzelliklerini fark edemiyor. Bu durum, koyun az ziyaretçi sayısına sahip edip daha konforlu ve sakin bir tatil merkezi yapıyor. Bölgeye ulaşmak isteyen kişiler, Google Maps’e “Özpamir Sitesi” yazmanız durumunda kolay bir şekilde ulaşım sağlayabilirsiniz. Alanya’da ve Marmaris’te bulunan Kleopatra plajları ile beraber ince kum yapısına sahiptir. Bu ince kum denize girilmesini kolaylaştırmaktadır.
Bakir bir koy olmasından dolayı Çeşme Güvercinlik Kleopatra Koyu içerisinde hiçbir tesis bulunmaktadır. Ulaşım seçeneği de zaten dar olmasından dolayı buraya işletme dahi kurulmak istenmiyor. Plaja gelmek isteyen kişiler, yiyecek ve içeceklerini, ihtiyaçları olan tüm malzemeleri almaları gerekiyor. Plaj içerisinde soyunma kabini olsa da tuvalet gibi özel ihtiyaçlar için yer bulunmuyor. Koyun hemen dışında bulunan site, koya gelenler için özel bir otopark alanı ayırmış durumda.
Alaçatı üzerine yazılar hazırladığımızdan dolayı yol tarifini de Alaçatı üzerinden vereceğiz. Alaçatı Port’a geldikten sonra sahil yolunu takip ederek Ovacık’a doğru ilerlemeniz gerekiyor. Yol üzerine önce Delikli Koy gelecektir. Delikli Koy’u geçtikten sonra 4 kilometre kadar ilerleyiniz. Daha sonra karşımıza Özpamir Sitesinin tabelası gelecektir. Site içerisine girerek koya arılan yol ayrımını göreceksiniz. Çeşme Güvercinlik Kleopatra Koyu; Çeşme merkeze 12 kilometre, Alaçatı’ya ise yine 12 kilometredir. İzmir merkezden gelmek isteyen kişiler de 89 kilometre yol alması gerekmektedir.
Bir önceki yazımız olan Tasting Alaçatı Festivali 2020 başlıklı makalemizde Alaçatı Otelleri, Tasting Alaçatı Festivali 2020 ve Tasting Alaçatı Festivali Ne Zaman hakkında bilgiler verilmektedir.
Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar. Havalar döner. Rüzgârlar üfürür, güneş ışınlarının tonu, bir başka parlar… Yazın buğusu, pusu temizlenir, berraklaşır gökyüzü ve seyretmeye doyamadığım ufuk çizgisi… Akşamüzerleri ise sonbaharın sarı rengi yapışır her şeyin üzerine…
İşte o mevsim geçişinde Alaçatı bir başka güzeldir… Restoranlardan, eğlence mekânlarından uzakta durur, Alaçatı’daki tek tepeden iki renkle menevişlenen suyun üzerinde kelebekler gibi uçuşan rengârenk yelkenleri seyrederim. Türkiye’nin en iyi sörf parkuru buradadır. Dünya klasmanında da ilk sıralarda yer alır…
Ağustosun son günlerinde bir kez daha Alaçatı’daydım… Limak Vakfı’nın kurduğu Limak Filarmoni Orkestrası, Zeki Müren şarkılarının konser turnesini, Alaçatı’nın yanı başındaki Çeşme’de tamamladı. Tenor Murat Karahan’ın solistliğini yaptığı orkestra, Çeşme Açıkhava Tiyatrosu’nda verdiği, benim de izlediğim konserde izleyicilere keyifli, kimi zaman duygusal saatler yaşattı. Öncesinde doğanın rüzgâr uğultusu, gök gürültüleri, şimşekler ve yağmur şakırtısından oluşan senfonisini dinlediğimiz etkinliği, Pazartesi günü Ehlikeyf’te anlatacağım…
Bugün, Alaçatı ile devam etmek istiyorum…
Alaçatı, rüzgârı devamlı karadan alıyor. Bu nedenle sular durgun. Yani sörf için yeterli kuvvette esinti var, ama sular aşırı dalgalı değil… Pirî Reis, “Kitab-ı Bahriye”sinde “Alaca at limanında deniz yufkadır” derken bu durumu kastetmiş herhalde. Akıntının, rüzgâr ile aynı yönde olması da sörf yapanlara kolaylık sağlıyor.
Alaçatı’nın rüzgârı, modern yel değirmenlerinde enerjiye dönüşüyor. Dev kanatların gökyüzüne attığı kulaçlar, Çeşme-Alaçatı yolunda çarpıcı manzaralar oluşturuyor…
Cenevizli tüccarların, Rumların, Yugoslavların yıllarca mekân tuttuğu Alaçatı’da bağcılık, tütüncülük yapılmış yüzyıllarca. Yakın tarihlere kadar da anason, zeytin ve enginar yetiştirilmiş…
Bugün, o tarlalar kaldı mı, hâlâ tarım yapılıyor mu, doğrusu son yıllarda sormaya cesaret edemiyorum! Alaçatı’nın kumlu ve kireçli toprağında yetişen tatlı ve sert bir kavun türü var, çürümeden uzun süre saklanabiliyor; onun akıbeti de öğrenmek istemediğim konulardan birisi…
Alaçatı’da hemen her dondurmacıda sakız dondurması satılıyor… Muhallebi ve sütlaca da karıştırılan sakız, reçele ve içeceklere de katılıyor… Kahvenin yanında gelen suyun içine sakızlı bir kaşık koyuluyor… Çeşme yarımadasının karşısındaki Sakız Adası’ndan, nâm-ı diğer Chios’tan getirilen sakızlar kullanılıyor… Sakız ağaçlarından süzülen damlaların yaşlı kadınlar ve çocuklar tarafından nasıl toplandığını adada merak ve ilgiyle izlemiştim…
Bir zamanlar her yerinden fışkıran sular nedeniyle (bugün 14-15’i ayakta) yüz kadar çeşmenin bulunduğu Çeşme’de 6 bin yıldır sakız ağaçları yetişiyor. Azalan sayılarının çoğaltılması için çalışmalar yapılıyor. Kuduz, yılan sokmaları, mide, akciğer ve bağırsak rahatsızlıklarına karşı çeşitli ilaçların yapımında da kullanılan sakızın şifalı özellikleri de var… Şifa deyince, Ilıca’nın denizin içinden kaynayan kükürtlü sularını da unutmamak gerekiyor…
Can Yücel’in çok sevdiğim Sakız Ağacı şiirinin iki dörtlüğü ile bir kez daha veda ediyorum o “çılgın” kalabalıktan uzakta birkaç saat olsun yaşamaya çalıştığım Alaçatı’ya:
“O bir sakız ağacıydı alelade;
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi,
O zaman bu zamandır memnun yerinden;
Seyreder bulutları, göğü, denizi.
Titreşirdi rüzgârla güneşli yaprakları;
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından,
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı geceler,
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.”